Mattie Lubchansky, çarpıcı Boys Weekend (2023) dahil olmak üzere birçok grafik roman yazıp resimlendirdi, ancak son eseri Simplicity, önceki kitaplarından ayrı bir yerde duruyor. Keskin mizah anlayışını ve çarpıcı çizimlerini sergilemeye devam etse de, bu hikâye güncel temalara dalıyor—kült sınırındaki komünleri ve körü körüne bağlılığın tehlikelerini ele alıyor.
Vogue, Lubchansky ile Simplicity'e büyük fikirler sığdırma sürecini, kültlere olan uzun süredir devam eden ilgisini, sanatta yapay zekânın tehdidini ve distopik dünyaları tasvir etme yaklaşımını konuştu. Söyleşi, netlik ve uzunluk açısından düzenlendi.
Vogue: Simplicity'i yaratma süreci, önceki grafik romanlarınız Boys Weekend ve The Antifa Super-Soldier Cookbook'tan nasıl farklıydı?
Mattie Lubchansky: İnsanlar her yeni kitabı yazmayı öğrenmeniz gerektiğini söyler, bu benim için kesinlikle doğruydu. Üç kitabım da birbirinden çok farklı oldu. The Antifa Super-Soldier Cookbook, kısa politik çizgi romanlarımdan doğdu. Boys Weekend otobiyografik değildi ama kişisel deneyimlerimden ilham aldı—detayları değiştirerek, gelecekte geçecek şekilde kurgulayarak ve mizah ekleyerek onları kurgusal hale getirdim.
Simplicity'de ise ana karakter Lucius'tan yola çıkarak dünyayı onun etrafında inşa ettim. Aslında bu sefer araştırma yaptım, ki bu genelde yapmadığım bir şey, ve üzerinde çalıştıkça daha fazla katman ekledim. Boys Weekend'in tek bir merkezi fikri vardı—trans bireylerin insan olduğu—oysa Simplicity içine sıkıştırılmış kırk fikir gibi hissettiriyor.
Vogue: Komünleri ve kültleri araştırmaya sizi çeken ne oldu?
Lubchansky: Her zaman kültlere takıntılıydım—hatta son kitabımda da bir kült var. Simplicity'yi bitirirken fark ettim ki iki hikâye de benzer temellere sahip. Son zamanlarda havada komünlerle ilgili bir şeyler var. Son birkaç on yıldır çok fazla queer ayrılıkçılık, daha yakın zamanda da trans ayrılıkçı hareketler gördük. Büyük bir şehirde queer iseniz, muhtemelen arkadaşlarıyla bir çiftlik kurmaya çalışan birini tanıyorsunuzdur.
Araştırma yaparken, 19. yüzyıl öncesi Marksist sosyalist grupları okudum. Bugünkü dünyamız elbette farklı, ama insanların hayatlarının alt üst olduğunu hissetmeleri konusunda bir paralellik var—geleceklerini, bedenlerini ve topluluklarını kontrol edemediklerini düşünmeleri gibi. Bu da insanları yeni bir toplum kurma fikrine çekiyor, Herkes ne kadar harika olduğunu görecek diye düşünüyorlar. Birinin her şeyi bırakıp bu gruplara katılmasını sağlayan şey beni her zaman büyülemiştir.
Vogue: Ana karakteriniz Lucius, kapitalizm altında sanatın sert gerçekleriyle yüzleşiyor. Sanat dünyasında teknolojiye artan bağımlılık konusunda sizi endişelendiren nedir?
Lubchansky: Her şey. Öncelikle sanatın ölümü. [Güler.] Geçtiğimiz yıl beni en çok etkileyen şey, sanat yapmanın—hobi olarak bile olsa—insan olmanın temel bir parçası olduğu. Biraz klişe ama mağara resimlerini düşünün. İnsanların yaptığı ilk şeylerden biri duvarlara el izleri bırakmaktı. Bu yaratıcı dürtü her zaman vardı ve her zaman olacak.
Teknoloji geliştiricilerin önce sanatı ortadan kaldırmak istemesi saçmalık—peki onun yerine ne yapacağız? Daha fazla e-posta mı göndereceğiz? Boş zamanımda ne yapacağımı bilmiyorum. Çoğu insan profesyonel sanatçı değil ama birçoğunun yaratıcı hobileri var. Bunu yapay zeka tarafından üretilen içerikle değiştirirseniz, geriye ne kalır? Senin yerine yapması falan—bu tamamen anlamsız. Bence bu insanların bir tür ölüm dürtüsü var, hatta sanatçılara karşı bir nefretleri. Hayal gücü olanları kıskanıyorlar çünkü kendilerinde bu yok ve neredeyse onu yok etmeye kararlı gibiler.
Şu anki distopyamızda yaşarken, gelecekteki bir distopyayı yazıp çizmek nasıl bir his?
Garip—bu kitabı iki yıl önce yazdım ve çizimlerini bir yıldan fazla bir süre önce bitirdim, o zamanlar durum kötüydü ama bu kadar belirgin bir distopya değildi. O zamanlar dünyada çalışmalarımı besleyen birçok şey vardı—direnç gerektiren şeyler. Bu kitap üzerinde çalışırken Gazze'de soykırım devam ediyordu ve Atlanta'daki Cop City protestoları yaşanıyordu. Hikâyelerimi geleceğe daha fazla itmek zorunda kalıyormuşum gibi hissediyorum çünkü şu anımız o kadar kasvetli ki abartmak bile ilginç değil—sadece korkunç ve ürkütücü.
Bunu yazarken kendime şunu sordum: Hiçbir şey değişmezse ne olur? Harekete geçmezsek, gerekeni yapmazsak—bu toplumsal çöküş nasıl görünür? Zihnimde bu yolu takip etmeye çalışıyorum.
Simplicity
27$ BOOKSHOP