Laufey ilk kez Vogue ile konuştuğunda, henüz 24 yaşında yeni bir isimdi. Şimdi ise The Run-Through'a katıldığında, Grammy ödüllü bir yıldız—herkesin tanıdığı bir isim haline geldi.
Bu İzlandalı yeteneğin Z Kuşağının favori "pop kızlarından" biri olması doğaldı. Müziği jazz, pop ve klasik unsurları zahmetsizce harmanlıyor, türleri aşan bir tarz sunuyor. Ancak Laufey, son derece kişisel olan yeni albümü A Matter of Time ile kendini bir kez daha kanıtlamaya hazır.
Hikâyesini bilmeyenler için, Laufey'nin yükselişi organikti. Pandemi sırasında, evde sıkışıp kalmış ve yapacak fazla bir şeyi olmayan Laufey, pek çok Z Kuşağı bireyi gibi TikTok'ta gezinmeye başladı. Sonra kendi yazdığı bir şarkıyı, Like the Movies'i söylediği bir video paylaşmaya karar verdi.
"Bir jazz standardıydı," diye hatırlıyor Laufey. "Onu internette paylaştım ve insanlar ona bağlandı. Bu şaşırtıcıydı çünkü dinleyici kitlesi çok gençti—bunu umuyordum ama daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim."
Bir gecede viral oldu ve sonunda bir plak anlaşması imzaladı. Ancak işleri farklı yaptı: "Sektöre gidip destek istemedim," diyor. "Önce kendi dinleyici kitlesini oluşturdum. Anlaşma imzaladığımda zaten güçlü bir takipçi kitlesine sahiptim, bu da bana tam yaratıcı kontrol sağladı. Kimse bana ne yayınlayacağımı söylemiyor—vizyonuma güveniyorlar."
Son albümü için Laufey, yapımcılar Spencer Stewart ve Aaron Dessner ile işbirliği yaparak, aşk, dostluk ve hatta Snow White gibi şarkılarda ırk üzerine düşünceler gibi daha derin temalara daldı.
Ancak müzik onun tek tutkusu değil. Laufey, modayı da keşfediyor—stil ve onun tarihine derin bir ilgi duyuyor, ki bu ilgiyi ikiz kardeşi Junia ile paylaşıyor. Bugünlerde, Lanvin, Chloé ve Chanel'in ön sıralarında sıkça görülüyor, modanın sürekli değişen dünyasını takip ediyor.
Yukarıda The Run-Through'un Laufey ile yaptığı röportajın tamamını dinleyebilir, sunucular Chloe Malle ve Chioma Nnadi'nin British Vogue'nin Eylül sayısı kapağındaki ismi ve Kopenhag sokak stilinin kalıcı çekiciliğini tartıştıklarını duyabilirsiniz.